Nurullah Yiğit
Karanlığın içindesin. Bir hayalin şiltesine uzanmışsın işte. Etrafında, yakınında, civarında neler bulunduğunu bilmiyorsun. Sadece bir madde (yokluk) olmuş olsa; "siyah" ve sen siyahın bir renk olduğuna inanmış olsan. Gözlerini açmanın ya da kapalı tutmanın bir anlam ifade etmediğini bildiğin hâlde sen yine de gözlerini kapatsan. Kirpiklerini birbirine sarılmış düğümler şeklinde kilitlesen ve bu kilidin anahtarı bir sihirli cümle olmuş olsa.
Bir süre bedeninin hafiflediğini hissedebilecek kadar nefes alsan. Bedenin bir kuş tüyünün savrulmuşluğu kadar hafiflese. Düşünceden ibaret olduğunun farkına varsan. "Evet! Ben, üzerine beden giydirilmiş bir düşünceyim." diyebilsen. Tam o esnada bir perdenin varlığından haberdar edilsen. Zaman zaman rüzgârın perdeni okşayışından doğan raksı seyretsen. Henüz perdeyi temaşa etmeye başlamışken belirli belirsiz bir karaltı odanın içerisinde önce sağa, sonra sola; ardından sana doğru yaklaşıyor olsa. Korkmasan! Yineliyorum. Korkmasan! Kalbin hızlı hızlı çarpmasa ve soğuk terler dökülmese teninden. Ürperti duygusunu bütün duygusuzluklar boşluğuna bırakıversen. Karaltı yaklaşsa, daha çok yaklaşsa… "Görebiliyorum" derken gözlerinin sana yalan söylediğini göremeyecek kadar kör olmasan.
İşte, tüm ihtişamıyla karşında duruyor. Asırlardır yerin altında keşfedilmeyi bekleyen bir çift mücevher parıldayarak sana bakıyor. Yüzünde korkulu bir ifade görüyorsun. Tel tel saçlarının arasından ve alnından tuzlu sular yeni yollar keşfederek dudaklarının üzerinden aheste aheste iniyor. İşaret parmağını henüz yeni emmeye başlayan bebekler gibi titreyerek ona doğru uzatıyorsun. Sonra… Sonra uyanıyorsun, en olmayacak yerde uyanıyorsun. Kim bilir, o bir çift göz için kaç gece daha penceren açık uyuyacaksın; kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder