Mustafa Yıldız
Ziya Osman Saba (1910-1957) ve Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956): Cumhuriyet Dönemi edebiyatımızın iki mühim şahsiyeti… Şairlerin genelinde olduğu gibi, bu iki şair de şiire başladıkları dönemlerde birçok şairin tesiri altında kalmıştır. Lakin bu tesir, onların sanat gücünü ortaya koymalarını engellememiş; bilakis kendi üsluplarını, seslerini bulmada onlara öncülük etmiştir. Buna en güzel misal olarak da Ziya Osman, Yedi Meşale topluluğu içerisinde şairlik yönü itibariyle ün yapmış tek isimdir. Ziya Osman, Yedi Meşale topluluğunun şiir kanadını tek başına temsil etmiştir desek yanlış olmaz. Bununla beraber Cahit Sıtkı da 1946’da düzenlenen ve Attilâ İlhan’ın Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikinci, Fazıl Hüsnü’nün de Çakır’ın Destanı şiiriyle üçüncü olduğu şiir yarışmasında, Otuz Beş Yaş şiiriyle birincilik ödülünü kazanmıştır.
Biz bu çalışmamızda, şairlerimizin edebî yönlerinden ziyade, dostlukları üzerinde durmakla iktifa edeceğiz. Bu iki şairin tanışması Galatasaray Lisesi yıllarına rastlar. Ziya Osman lise 1. sınıfı geçememiş ve yeniden sınıf tekrarı yapmak durumunda kalmıştır. O yıl Galatasaray Lisesi 1. sınıfına kaydolan Cahit Sıtkı ile aynı sınıfa düşmüş ve bu durum onların tanışmasına vesile olmuştur. İlk yıl sadece ileride başlayacak olan dostluğun tohumları atılmıştır. İkinci yılda yeşerecek olan dostluğun nasıl başladığını Ziya Osman şöyle anlatır: Lise 2’ye geçtiğimizde yeni sınıfımızda herkes kendine yer beğenir; çalışkanlar önleri, daha az çalışkanlar daha gerileri seçerken Cahit’le ben, birbirimizi çekmiş gibi, bir sırada buluverdik kendimizi. Ama artık ben yatılı olduğum için iş sırayla, sınıfla kalmıyor; yemekhane, yatakhane, tam manasıyla okul arkadaşlığı başlıyor, günler ve gecelerimiz bir arada geçiyordu. O iple çekilen hafta başlarını sanki aynı ipin ucundan tutmuş, beraber çekiyor, cumartesi günleri tatlılı öğle yemeğinden sonra yeni elbiselerimizi giyinmek üzere önce yatakhaneye, sonra tıraş olmuş, şıklaşmış, bütün haftanın ders sıkıntılarını, okul içinde giydiğimiz eski elbiselerimizi dolabımıza tıkıvermekle unutmuş, hafiflemiş, uçarcasına mesut, Beyoğlu Caddesi’ne çıkıyor; bir buçuk günlük hürriyetimize kavuşuyorduk.1
Ziya Osman ve Cahit Sıtkı’nın dostlukları öylesine içtendir ki, bu içtenlik, birbirlerinin şiirlerine müdahale edecek seviyeye gelmiştir. Ziya Osman, Cahit Sıtkı’ya gönderdiği bir mektubuna “Ahret” isimli şiirini de ilave ediyor ve şiirin sonu şu şekilde bitiyor:
… ve annem şaşıracak:
“Görmeyeli ne kadar büyümüş oğlum?” diye.
Bu mektuba mukabil Cahit Sıtkı 1 Şubat 1939 tarihli mektubunda bu mısrayı “Oğlum ne kadar da büyümüş ben görmeyeli” şeklinde düzeltiyor ve şunları ilave ediyor: Şimdi, benim teklif ettiğim mısra şeklini beraberce tahlil edelim. Bir kere, annen seni hemen tanıyor değil mi? Hangi anne çocuğunu tanımaz ki? Fakat bu tanımaya bir hayret refakat ediyor: “Ne kadar da büyümüş” ve “görmeyeli” kelimesinde bu buluşmaya tekaddüm eden hasret senelerinin uzunluğu sezilmiyor mu? Hele, senin şekildeki “diye”ye hiç lüzum yok.2
Bilindiği üzere bu iki şairimiz uzun yıllar birbirleriyle mektuplaşmıştır. Bu mektupların Türk mektup edebiyatında önemli bir yer teşkil ettiği kanaatindeyiz. Mektuplar, “Ziya’ya Mektuplar” adı altında Cahit Sıtkı’nın ölümünün ardından kitaplaştırılmıştır. Cahit Sıtkı’nın mektuplarından müteşekkil bu eserde Ziya Osman’a yazılmış elli yedi adet mektup mevcuttur. Mektupların her birinde samimiyeti, vefakârlığı, candanlığı görmek kaçınılmazdır. Saydığımız meziyetlere misal olması açısından bazı mektuplardan yararlanmak istiyoruz. Cahit Sıtkı, Paris’ten gönderdiği bir mektubunda şunları yazar Ziya Osman’a:
Bir Tane Ziyacığım,
Evet, anne gibi, sevgili gibi, dost örneği bir tane Ziyacığım. Sana medyun olduğum güzel dakikaları cemediyorum da bu altın hazinelerine bedel yükün altından nasıl kalkacağımı, bu borçların vadesi hulûl ettiği zaman ne halt karıştıracağımı düşünüyorum. Eyvah! Sana olan bütün muhabbetimi ve hayranlığımı seferber etsem de gene borçlu kalacağım. Hayatla şaka edilmiyor. Sen alacaklılar sınıfındasın, ben borçlular sınıfından. Mamafih gene ne mutlu bana ki alacaklım sensin; celp göndermezsin, haciz koydurmazsın ve geceleri uykumu kaçırmazsın. Bütün borçlulara senin gibi bir alacaklı dilerim.3
Bir başka mektupta o vefakâr dosta şöyle seslenir Cahit Sıtkı:
Ziyacığım,
İstanbul’dayken içime sıkıntı bastığı zaman sana koşardım; çünkü sen, benim için yalnız vefakâr ve hâlden anlar bir dost değil, aynı zamanda açık havayı, güneşi, baharı, iyiliği de temsil eden, nasıl olup da insan kalıbına girdiğine daima hayret ettiğim bir meleksin.4
Cahit Sıtkı’nın annesinin, babasının ve tüm sevdiklerinin yanı başında olduğu hâlde dostluğuna, içtenliğine, gönüldaşlığına ihtiyaç duyduğu tek insan hiç kuşkusuz Ziya Osman’dır. Cahit Sıtkı bu hislerini 1935 tarihli mektubunda şöyle anlatır:
Sevgili Ziyacığım,
Annem, babam ve kardeşlerim yani bir kelimeyle, sevdiklerim arasında olduğum hâlde, senin gibi dostluğuna en fazla güvendiğim ve ehemmiyet verdiğim bir arkadaşın bu muhabbet çemberinin dışında, şimdilik camlar ötesinde kalmasına gönlüm razı olamıyor… Seni çok arıyorum Ziyacığım.5
Ziya Osman ve Cahit Sıtkı’nın yaşadığı dostluk, belki de edebiyatçılarımız arasında vuku bulmuş en samimi ve en hakiki dostlukların başında gelir. Çünkü onlar tanıştıkları 1928 tarihinden itibaren asla birbirlerini terk etmemiş ve ömürlerinin son gününe kadar gönüldaş olarak kalabilmişlerdir. Edebiyat tarihimizde takdirle anımsanacak bu dostluk, ne yazık ki Cahit Sıtkı’nın hastalanmasıyla sekteye uğrayacak ve ölümüyle de nihayete erecektir. Denilebilir ki Ziya Osman, hayatında aldığı hiçbir üzücü habere Cahit Sıtkı’nın hastalandığı haberini aldığı gibi üzülmemiştir. Bu üzüntüsünü şöyle dillendirir Ziya Osman: Cahit’i meğer ne hâlde görmem kısmetmiş! Cahit, İstanbul’a gene gelmemiş, getirilmişti. Bana -artık ne eve ne çalıştığım yere- uğrayacak hâlde değildi. Onu, yatırıldığını öğrendiğimiz Nişantaşı İşçi Sigortaları Hastanesine görmeye gidiyordum. Tramvaydan Harbiye’de inmiştim. İlerlediğim kadar, ayaklarım geri geri de gidiyordu. Yıllar yıllar öncesi onunla -tuhaf, nedense bir akşamüstü- bu caddeden, konuşa konuşa geçişimizi hatırlıyordum. Bana aşağı yukarı şöyle diyordu: “Ziyacığım, şiirlerin aklına hep sone olarak mı geliyor senin? Neden hep sone yazıyorsun? Otomobilin olsa bile evine bir akşam da tramvayla veya yayan dönmek istemez misin?” Evet, ne otomobille ne de tramvayla, yayan gidiyordum şimdi… Bir zamanlar, bu yollarda bana hemen hemen bu sözleri söylemiş Cahit’i hasta yatağında kim bilir ne hâlde görmeye, kendi yürüyen ayaklarımla yayan gidiyordum.6
Sonunda beklenen olmuş ve Cahit Sıtkı, gördüğü onca tedaviye rağmen iyileşememiş ve ömrü boyunca yalnız bırakmadığı Ziya’sını yapayalnız bırakıp bu dünyadan göçmüştür. Ziya Osman, onunla hastane odasındaki son görüşmesini şöyle anlatıyor: Cahit her ne kadar konuşamıyor olsa da onun yüz ifadesinden neler söylediğini anlayabiliyordum. Birbirimizle o kadar kolaylıkla, öyle tatlı tatlı konuşmuştuk. Yüzünden, gözlerinden öperek ayrıldım. Ta odanın kapısından çıkıp epey uzaklaşıncaya kadar arkamdan, dudaklarının o öpücük hareketi ve sesiyle öpücük yolladı. Hayalimdeki son Cahit, yattığı yerden öpücük gönderen bu yüz; kulaklarımda ondan son kalan ses, bu öpücük sesleridir. Bu sonun da bilinen öteki sonun da acısı hepimizin içinde.7
Bu yazıya, Cahit Sıtkı’nın sanata ne kadar önem verdiğine delil olan, babasına yazmış olduğu bir mektubundaki şu satırları eklemeden geçemeyeceğiz: Babacığım, hayatta muvaffakiyet göçüp gittikten sonra ardında bir eser bırakmaktadır. Bu eseri meydana getirmek için saadeti memnu telakki etmeli. Benim de çizilmiş bir mefkûrem vardır. Ben, her şeyden evvel, yaşamış olduğuma delil olmak için bir eser meydana getireceğim.8
Bir şekilde bu mektubu okuyan Ziya Osman, Cahit Sıtkı’nın bu düşünceleri üzerine şunları söyler: Uğrunda ölürcesine yaşayıp gene uğrunda öldüğü bu eseri, ilk deneme ve son hastalık yılları çıkarılırsa, yalnız yirmi yılda meydana getirdiğine işaret ettikten sonra yapabilecek tek hareketi yapıyor, o ufacık vücudun kısacık ömrü boyunca büyüklükte birbiriyle boy ölçüşmüş insanlığı, şairliği ve arkadaşlığı önünde saygıyla eğiliyorum.9 Ziya Osman, biricik dostunun ölümü üzerine, hafızalardan silinmeyecek şu şiiri yazmaya muvaffak oluyor ve şiiri “Düşümde” ismiyle yayınlıyor ve Cahit Sıtkı’dan bir yıl sonra -1957’de- dostuna kavuşuyor.
Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.
Baktım ki, toplamış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.
Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı,
Bense uyandıktan sonra.
1 Ziya Osman Saba’nın bu yazısı, Ziya’ya Mektuplar isimli kitabın, mektuplardan önceki kısmında mevcuttur., Ziya’ya Mektuplar, 2. bs., s. 8, Varlık Yay., İstanbul, 2001.
2 Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya’ya Mektuplar, 2. bs., s.. 56., Varlık Yay., İstanbul, 2001.
3 a. g. e., s.. 66.
4 a. g. e., s. 54.
5 a. g. e., s. 53.
6 Ziya Osman Saba’nın bu yazısı, Ziya’ya Mektuplar isimli kitabın, mektuplardan önceki kısmında mevcuttur. Ziya’ya Mektuplar, 2. bs., s. 39., Varlık Yay., İstanbul, 2001.
7 a. g. e., s. 43.
8 Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya’ya Mektuplar, 2. bs., s. 44., Varlık Yay., İstanbul, 2001.
9 Ziya Osman Saba’nın bu yazısı, Ziya’ya Mektuplar isimli kitabın, mektuplardan önceki kısmında mevcuttur., Ziya’ya Mektuplar, 2. bs., s. 44., Varlık Yay., İstanbul, 2001.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder