Mücahit Kılıç
Sevmek ve sevilmek eylemlerinde, sevginin ve sevmenin kâğıda döküldüğü zamanlarda karşımıza şiir müessesesi çıkmaktadır. Bu hadise, tarihin her devrinde bu şekilde tezahür etmektedir. Edebiyatlar çoğunlukla bu iki vaka etrafında oluşur. Gelin şimdi hep beraber edebiyatımızın 600 senesini aşkın bir zaman dilimini kapsayan dönemine bir yolculuk yapalım.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyorum. Nasıl ki her devrin bir siyasi atmosferi var, her devrin de bir âşık portresi ve her devrin bir aşkı vardır. İşte biz de bu devirlerden birisi olan edebiyatımızın klasik devrine yahut daha yaygın ismiyle divan edebiyatına bir bakış atacağız.
Divan şiiri, odağını âşık-maşuk ilişkisi üzerine kuran ve gerek beşerî gerekse ilahi anlamda işlenen aşkın çoğu zaman mübalağalar eşliğinde yaşandığı bir şiirdir. Zaten duygular da bir bakıma mübalağaya en çok kapı aralayan ruh hâlleri değil midir? Şimdi benden delil isteyeceksiniz ve bu gayet tabii bir beklentidir. Haydi, başlayalım.
Gel gel beri ki savm ü salâtın kazâsı var
Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok
(Nesîmî)
Gel, gel beri ki, orucun ve namazın kazası var; (ama) sensiz geçen günlerin kazası yok.
Kaza etmek, dinde vaktinde yapılmayan bir ibadetin daha sonra telafi maksadıyla yapılması diye kısa ve basit bir tanımlama ile ele alındığında burada şair için ilk bakışta sevgilinin namazdan ve oruçtan daha önce geldiği gibi bir anlam ortaya çıkabilir. Ancak bu, bir şiirdir ve şiir de pek tabii bir duygu işidir. Duygular da mübalağanın müsebbibidir. Namazı kazaya bıraktığında tövbe isteyeceği bir Allah var iken, sevgiliyi bir an olsun terk edince bağışlanma dilenecek kim ola ki? Belki de şair bize yine en merhametlinin kim olduğunu burada göstermek istiyordur. Düşünmek de bizim işimiz olsun o vakit.
Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni
(Nedim)
Ey nazlı yârim! Üzerinde gül resimleri bulunan ipek elbise giydin; ama korkarım ki bu elbisedeki güllerin dikenlerinin gölgesi seni incitir.
İşte alın size mükemmel bir mübalağa örneği. Hepimiz sevdiklerimize bir kötülük dokunmasından korkarız, hele hele bu duygu aşk derecesinde bir yoğunluk olan bir his ise ve bu hisler Nedim gibi bir şair tarafından ele alınmışsa orada bu türden bir sakınma görmek sizi şaşırtmasın. İnsan sevdiğini gözünden sakınır elbette. Ona bir kötülük dokunmaması için adeta canını seferber eder. Bu sakınma, eğer divan şiirindeyse bu, sevgiliyi giydiği elbisedeki gül deseninin dikeninden dahi sakınmaya kadar götüren bir hissiyattır. Divan şairleri için sevgili bir yaşam kaynağıdır. Şiirleri de bu kaynaktan kana kana beslenmiştir. O sebeple sevgiliyi bu denli sakınmaları da hoş karşılanmalıdır. Tabii, Nedim üslubu da bu sakınmayı bu denli ince bir düşünce ile ifade etmedeki en önemli unsurdur.
Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma derman kim helâkim zehri dermânumdadır
(Fuzûlî)
Ey tabip! (Ben) aşkın derdiyle hoşnutum, bana ilaç vermekten vazgeç, (zira) benim ölümüm senin vereceğin dermandadır.
Divan şiirinin en büyük ustalarından olan Fuzûlî, aşka ve âşıklığa başka bir boyutla bakmamızı sağlamakta. Divan şairleri aşklarını sevgiliye canlarını verecek şekilde yaşarlar. Onlar için sevgilinin yolunda acı ve eziyet çekmek bir mutluluk ve adeta bir yaşama sebebidir. O sebeple eğer bu şairlere birisi olur da bu aşktan kurtulmaları için bir çare sunarsa onlar bunu kesin olarak reddederler. Çünkü eğer âşıktan maşuğu alırsanız ondan geriye ne kalır? Sevgilinin ona sunduğu tek şey cefa da olsa, âşık bunu seve seve kabul eder ve bunu bir ilgi ve lütuf olarak görür. Divan şiirine ve divan şairlerine bir nefeslik de olsa bir göz atmış bulunmaktayız. Bu tür örneklere sayısız denecek kadar çok rastlayabiliriz. Elbette aşk her dönemde ele alınmıştır. Elbette, aşka insanlığın her devrinde rastlama imkânımız vardır. Biz de aşkın divan şiiri safhasını ele aldık. Ancak bu devir için kanaatimce şu değerlendirmeyi yapabilirim: Aşk; aklı, ezici bir üstünlükle ele geçirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder