Mücahit Kılıç
Yemin olsun acılara. Acıları uyandıran
notalara. Acılar sessizce gözlerini uzak diyarlara kaptırmışken bir çığlık
kopartıp onları uyandıran ve kalbime büyük bir taarruz başlatan notalara.
Haylazca yanıma sokulan ve selam veren akşamlara. Herkesin yorgan sandığı
akşamlara. Soframın tuzu biberi olan yalnızlığa ve o yalnızlığın tadını bozduğu
lokmalara.
Kitaplara, kitap tozlarına, raflara ve kendi
kendine konuşan laflara yemin olsun. Sayfalara ve sokakta top oynayan minik
tayfalara... Bakıyorum ve şaşıyorum aynalara, yaşımızı saymalara, ölümü
anmalara, ölmeyecekmiş sanmalara...
Yaşıyorum savrulmalara, akıyorum kurumamak
için olanca kuvvetiyle suyun kaynağına ulaşmaya çalışan çağlayanlara. Aşıyorum
kalbimin en yüksek tepelerini, sonra tepelerde kalıyorum ve manzaramı
izliyorum. Yatağımda manzaramı...
Haydi, çıkın gelin desem hiç ses vermeyecek
umutların yolunu gözlüyorum. Acımı gizliyorum. Sanırım, başrolünü oynadığım
filmin en sıkıcı sahnelerini izliyorum. İçimde yokluğa doğru, sonsuza doğru
koşmak arzusuyla yanıp tutuşan küheylanı dizginliyorum. Ne ıssızlık arıyorum ne
susuzluk duyuyorum bu kurak yatakta.
Yalnız biraz açılsa pencerem, içeriye vuran
güneş ışıklarıyla nefes alsa biraz odam. Ben değil odam. Evet, yaşıyorum.
Yaşlarım artıyor bir bir. Bir, iki, üç derken, güç kazanırken, koşmaya
başlarken duyduğum o heyecan sanırım açık kalan penceremden kaçıp gitti.
Kafamda tuhaf bir soru. Peki, kim pencereyi açık bırakıp gitti? Evet, yemin
olsun yalnızlığa, kaleme ve mürekkebe. Yaşama ve ölüme yemin olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder