16 Ağustos 2016 Salı

RAFET ELÇİ VE ŞAİR ÜZERİNE

Mustafa Yıldız

Rafet Elçi (D. 1979): Şair ve yazar. İsmini sıkça duyduğumuz Şair adlı romanın yazarı (2011). Hafızalarımızı şöyle bir yokladığımızda, Rafet Elçi ismine hiç de yabancı olmadığımızı fark edeceğiz. Çünkü “Şair” adlı roman, Elçi’nin ilk eseri değil… Yazarın, bu romandan önce yayımlanmış dört eseri daha var. Önceki eserlerine baktığımızda karşımıza ilk olarak Kemiğe Dayanmış Yaralar adlı şiir kitabı çıkmaktadır (2003). Ardından yine aynı tarihte yayımlanan Kalbimdeki Monarşi adlı hikâye kitabı ile Kanayan Kafesler romanını görürüz (2004). Ruhlar Pipo İçmez adlı eseri ise modern bir psikoloji romanıdır (2009). Elçi, “Şair”den sonra Türk Harp Kudretinin Sınırları, Yolcu, Ahrar, Gülşen-i Râz (Türkçeye nazım olarak aktarım ve yorum) ve Platon’un Aşkı isimli eserler ile okuyucunun karşısına çıkmıştır. Bütün bu eserlerine bakarak şunu net bir biçimde ifade edebiliriz: Eskilerin tabiriyle, Rafet Elçi, velûd bir şahsiyettir. Hem şiir hem hikâye hem inceleme ve onun sanatının zirvesi sayabileceğimiz roman türlerinde kalem oynatmıştır.

Kısa bir girizgâhın ardından, konumuzla alakalı olduğunu düşündüğümüz birkaç meseleye temas ettikten sonra, asıl konumuza geçeceğiz. Kimi yazarlar vardır, edebiyatın birçok türünde eser ortaya koyarlar; roman, hikâye, tiyatro, deneme… Bu saydıklarımızın yanı sıra şiir de yazarlar. Lakin bu türlerin hepsinde başarılı olmuş çok az edebiyatçımızı sayabiliriz. Şiir türünü yukarıdaki kategoriye almamamızın sebebi şudur: Şiir, nesirden çok farklıdır; bu sebepten ötürü şairlik de nesir yazarlığından ayrı bir hususiyet gösterir, göstermelidir. Mesela Doç. Dr. Yusuf Çetindağ, Şiir ve Tenkit adlı eserinde, ünlü Arap tezkireci Kureşî’nin Hz. Peygamber’e atfen şu sözlerine yer verir: “Şiir, düz yazıdan, Arapların kelâmlarından cezîldir (özlüdür, yoğundur), şiir, onların meclisinde konuşulur, ona kıymet verilir. O, bazen onların arasındaki savaş ve düşmanlıkları çözerken, bazen de savaşlara sebep olur.” Kureşî, yazının devamına şunları da ekler: “Ayrıca Hz. Muhammed ‘Şiir, Arap’ın divanıdır. Şiir hikmettir, beyanda büyü vardır’ dedi.”[1]

Yukarıda, çok az edebiyatçımızın birkaç türde başarılı olduğunu vurgulamıştık. Mesela Tanpınar, iyi bir şairdir; fakat herkes onu romancı kimliğiyle tanır. Romancı yönüyle hafızalara yer etmiştir Tanpınar. Cahit Zarifoğlu, roman da yazmış olmasına rağmen, herkes onun sadece şairlik yönüyle ilgilenir. Bu misalleri çoğaltabiliriz; ama konumuzla pek de ilgili görmediğimiz için lüzumlu saymıyoruz.  Amacımız şuraya gelmek: Şair’i okuduğumuzda iyi bir roman olduğunu açıkça gördük. Bu da ele aldığımız yazarın ehemmiyetini bize bir kez daha gösterdi. Rafet Elçi’yi tanıtırken -dikkat edilirse- şair ve yazar dedik. Yani iki yönü de oldukça kuvvetli Elçi’nin. Eski söyleyişle ifade edecek olursak zü’l- cenâheyn… Bu kanıya nereden vardığımız sorulabilir. Bunu da hususi olarak yazımızın devamında izaha çalışacağız.

“Şair” adlı eser, roman türünün başarılı bir örneği… Lakin romanın içerisine harikulade şiirler serpiştirilmiş. Bu da romana ayrı bir renk katıyor; okunması elzem bir hâle getiriyor romanı. Elçi’nin, romancılığı yanında şairliği de ön plana çıkıyor. Bunlar da sıradan şiirler değil, kaside, gazel ve hiciv türlerinde… Bunlara modern kaside, gazel ve hiciv de demek mümkün. Birazdan kitaptan iktibaslarla bu şiirleri gözler önüne sereceğiz. Ama öncelikle romanda neden şiirlerin yer aldığına bakalım.

Romanın asıl konusunu iki efsane Arap şairinin -bunların birisi Betafanlı Zeyd, diğeri de Gallaklı Tuleyle’dir- Şahikli Sara’ya olan aşkları ve bu aşk uğrunda birbirlerine kelamın kılıcını -yani şiiri- çekmeleriyle sonuçlanan dramatik bir yarışma teşkil eder. Konumuzla alakalı olmadığı için burada romanın tahliline girmeyeceğiz elbette. Lakin Elçi’nin kaleminin ne denli güçlü olduğunu göstermek için birkaç kelam etmemiz zaruri görünüyor.

Zeyd ve Tuleyle, Sara’ya âşık iki gençtirler. İkisi de Sara’yla evlenmek ister; fakat bu hiç kolay değildir. Bunun için hünerlerini sergilemeli ve Arap şiirine yakışır şiirler söylemek zorundadırlar. Bir yarışma tertip edilecek, daha güzel şiir söyleyen, Sara’yı elde edebilecektir. Bu yarışma fikri ise, iki kabileyle de arasının bozulmasını istemeyen Sara’nın babası Şahikli Katayf’a aittir. Günü gelince yarışma başlar ve iki şair, birbirlerine kelamın kılıcını çekerler.

Sara’yı kimin ve hangi yola başvurarak elde ettiğini buraya yazmayacağız; çünkü bu yarışmadaki olayları herkesin bizzat okuması gerektiği kanaatindeyiz. Bunları söylememizin -bizce bir şahesere olan ilgiyi azaltacağından dolayı- doğru olmadığını düşünüyoruz. O önemli olayı Rafet Elçi’nin muazzam üslubuyla herkesin okuması gerekir ve elbette vuku bulmuş mühim hadiseyi de…

Yarışmada şiirlerin okunacağını söylemiştik. Doğal olarak romanda şiirlerin de yer alacağını… Burada Rafet Elçi, adeta kendisiyle yarışmıştır. Çünkü Zeyd, Tuleyle’den daha hünerli bir şairdir. Bundan ötürü Zeyd’in şiirleri, Tuleyle’ninkilerden daha güzel olmak zorundadır. Rafet Elçi, bunu göz önünde bulundurarak okuyucuya adeta “Böyle bir şey olamaz!” dedirtecek kalitede şiirler yazmıştır. Şimdi şiirlere bir bakalım. İlk önce Tuleyle başlar şiir söylemeye:

Sara! Baharın tulû ettiği vâha
Minik bir goncasın sen, bir çocuk daha

İpek ellerinle elmaslara üfle
Her şey bir rüyaya dönüşür seninle

Râm ol sineme, uyu benimle yine
Henüz gölge düşmemiş iken busene

Zira nefesimde tüller sıyıran bir
Ilık, eflatun sihir ve aşk gizlidir[2]

Şiirin devamı da var muhakkak; lakin buraya hepsini almıyoruz. Okuyucu bu mısraları okuduktan sonra, Zeyd’in şiirini görmek için sabırsızlanıyor romanı okurken. Çünkü Zeyd, daha iyi bir şairdir. Bu mısraların fevkinde mısralarla karşılaşılacağı bellidir. Şimdi de Zeyd geliyor:

                Nere gitsem, ne yöne tevcih etsem başımı
                Ruhumda bir siyah hale, bir hüzün akşamı

                Ve Sara’nın çadırı, ah ki şahikası bir
                Mızrağın kalbi misali keskin ve sivridir

                Zira mızrakların uçlarında titrer kalbi
                Sara’nın gözlerini çözüp örtmesi gibi

                O çadır içinden nazar eden uzun siyah
                Gözlerini görüyorum bir rüya gibi. Ah[3]

Şiirler, şairler tarafından söylenmeye devam etmektedir. Fakat biz buraya şiirlerin hepsini alamıyoruz. Diğer şiirlerin, yukarıdaki şiirlerden daha estetik olduğunu da ifade etmeliyiz. Yani bir başyapıtla karşı karşıyayız. Tabir caizse Elçi, burada kalemini konuşturmuştur. Sanki “Ben buradayım, hem şair hem de romancı olarak” demek ister gibidir.

“Şair”in bir başka özelliği de dünya halklarının kendi kendilerini anlatıyor olmalarıdır. Türkler, Türklerin; Araplar, Arapların, Ermeniler, Ermenilerin, Çinliler, Çinlilerin vs. gözüyle aktarılmaktadır. Yani bu kitapta, bir aşk masalından çok daha fazlasını bulabilmekteyiz. Kitabın arka kapağındaki iddialı yazı da kitaba ayrı bir cazibe katıyor. Söz konusu yazı şudur: “Bu romanın bir cevap olması için, Doğu’nun Cevabı…”

Son söz olarak Rafet Elçi için şunları söyleyebiliriz. Henüz çok genç olmasına rağmen bu çapta bir eser verebilmiştir. Kendisini çok iyi yetiştirdiği ve eserini çok sağlam temeller üzerine oturttuğu oldukça belirgin… “Şair”in, Türk edebiyatının en önemli romanlarından birisi olacağını şimdiden söylemekte yarar görüyoruz. 

               
               

[1]  Yusuf Çetindağ, Şiir ve Tenkit, İstanbul, Kitabevi Yay. 2010.  s. 72.
[2]  Rafet Elçi, Şair, İstanbul, Fanus Yayınları 2011. s. 82.
[3]  a.g.e. s. 84.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder