Mücahit Kılıç
Kadim ve köklü edebiyatlar dönem dönem değişimlere ve dönüşümlere uğramaktadırlar. Bu durumun en bariz örnekleri Türk edebiyatında görülmektedir. Buna örnek olarak Tanzimat Dönemi edebiyatının klasik edebiyat karşısında verdiği değişim mücadelesini görmekteyiz. Aslında buna tam bir mücadele demekten ziyade bir doğa kanunu olarak bakabilmek daha uygun olsa gerek. Bu değişimin yalnızca bir örneği olarak ele alınabilecek dönemlere detaylı olarak göz atmamız elbette şu an için düşünülemez. Biz biraz daha modern zamana doğru ilerleyelim. Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatı, içerisinde birçok edebî hareketi barındırmaktadır. Bunlardan birisi de Garip Hareketi'dir. I. Yeni olarak da isimlendirilen bu hareketin öncü temsilcisi olarak kabul edilen kişi Orhan Veli'dir. Şiir anlayışı olarak geleneksel olana ve eskiye tamamen karşı olduğu söylenen ve bunlara dair unsurları kullanmaktan kaçınan Orhan Veli'nin "Kitâbe-i Seng-i Mezar" adlı şiiri ile Bâkî'nin kaleme aldığı Kanuni Mersiyesi arasında kurulabilecek bir ilişkiden bahsedeceğim. Bu iki şiir arasında ilişki kurmamız için öncelikle aralarındaki benzerlikleri ortaya koymak gerekir. Öyleyse başlayalım. İlk olarak şiirlerde işlenen kişilerin isimlerine bakalım. İki isim de Süleyman'dır. İki isme ithaf edilen şiir de vefatları üzerine kaleme alınmıştır. Kısacası ikisi de mersiye (ağıt) niteliği taşımaktadır. Bu bağlantılar ilgi çekici gelebilir; ancak ortada bir de Orhan Veli poetikası gerçeği var. Kendisi kafiyenin bile ilkel insan işi olduğunu, onun sırf bir şeyi ezberlemek için kullanıldığını ancak sonradan ahenk olarak kabul edildiğini söyler ve bu sebeple kafiyeye de karşı çıkar. Oysa divan şiirinde ahenk en önemli unsurdur desek mübalağa etmiş olmayız. Ancak buna rağmen Orhan Veli de eskiye dair bir şeyleri şiirinde barındırmaktadır. İşte onlardan birisi de Süleyman karakteridir. Bâkî'nin kaleme aldığı Süleyman ile Orhan Veli'nin kaleme aldığı arasında belki de isim olarak bir benzerlik olsa da aralarındaki ilişki zıtlıklar üzerine kuruludur. Bâkî, cihan padişahı olan, dünyaya hükmeden ve derdi sıkıntısı o ölçüde olan bir insanı şiirine dâhil etmektedir. Orhan Veli ise tek derdi nasır olan bir Süleyman portresi çizmekte. İki Süleyman da dünyada dertten çok çekmiştir; ancak birisi içinde bulunduğu mevki ve sorumluluklardan, diğeri ise bir nasırdan... Bu tezatlık bize Orhan Veli şiirinin ironik yönünü de hatırlatmakta. Diğer bir taraftan bir Süleyman geride uçsuz bucaksız topraklar ve bir imparatorluk bırakırken diğer Süleyman’da bu durum tam tersidir. Orhan Veli'nin ironisi burada devreye çok net bir biçimde girmekte. Bir cihan padişahını alıp yerine kimsesi olmayan, nasırı ile dertli Süleyman Efendi'yi koymak ironisi Orhan Veli'nin aklına geldi dediğimizde çoğumuz şaşırmayı bırakırız. İşte bu örnekler ve bağlantılar ışığında aslında nasırından çeken Süleyman, padişah olana karşı bir Süleyman. İkisi de vefat etti ve ikisi de bir mezardan ibaret. Hatta bir mezar taşından. Burada Orhan Veli şiirinin meselesini görmekteyiz. Türk şiirinin "Garip" döneminden bir parça olan bu şiir ile Bâkî'nin padişahın ihtişamına uygun bir girişle başladığı mersiyesi arasındaki ilişki, edebiyatın tarih sürecinde geçirdiği dönüşümün de en bariz örneklerinden birisi olsa gerek. Bu dönüşüm yerini başka akımlara da bırakmıştır. Süleyman Padişah, muhteşem Süleyman, tüm cihanın yükünü omuzlarına alan Süleyman, tarihin kucağında bir dönem sonunda nasırdan çeken, yalnız ölen kimsesiz bir Süleyman ile bağlantılanacaktır. Bu da bize edebiyatın değişimini bariz bir biçimde göstermekte. Tarihin akan ırmağında kadim milletlerin kadim edebiyatları da bu akıntıdan nasibini almakta. Ne diyelim, iki Süleyman'a da rahmet olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder