21 Nisan 2017 Cuma

YAHYA KEMAL’İ ANLAMAK

Mücahit Kılıç

Beyatlı, şiirimizin en önemli isimlerinden birisidir. Bu, kuşku uyandırmaz bir gerçek. Türk şiiri modern formuna onun şiiriyle adım atmıştır. Sadece şiir mi? Elbette hayır. Beyatlı şair kişiliğinin yanı sıra bürokratik, edebî ve tarihî bilgisiyle geniş bir entelektüel birikime sahiptir. Üsküp'ten İstanbul'a bir sevda seyrine çıkmıştır. Aklıyla, kalemiyle, bilgi ve birikimiyle adeta bir “Türk portresi” çizmiştir. Beyatlı, debisi ülkeleri, kıtaları ve dahi tüm cihanı ardına katan bir medeniyet ırmağının suyundan kana kana içmiştir. Adına eski denilen o eli yüzü tozlu koca ihtiyarın ellerini sıkıca tutmuş ve “Bakın işte burada o koca ihtiyar. Bu koca medeniyet burada!” demiştir. En çok şikâyet ettiği konuların başında bu medeniyetin tarihin seyrini değiştirmesine rağmen o büyük tarihi kaleme almaması gelmektedir. Anadolu'ya akın eden Alparslan onun için Türk tarihinin dönüm noktasıdır. 1071 yılı ise büyük Türk medeniyetinin kaynağını İslam'ın berrak sularına karıştırarak insanlık tarihinde adaleti, refahı ve medeniyeti yeşerten tohumlarını atması demektir. Medeniyet yalnızca kılıçla yükselen bir mefhum değildir onun için. Medeniyet Bâkî'dir, Itrî'dir, Koca Sinan'dır. Medeniyet şiirdir, musikidir, mimaridir. Türk-İslam medeniyeti bu değerlerle yükselmiş ve cihanşümul bir saadet evine dönüşmüştür. Beyatlı da bu medeniyete hasret ve özlemle göz kırpmaktadır. O, Süleymaniye'nin içinde Türk akıncılarını, Mohaç'ı, Çaldıran'ı, Yavuz'u, Alparslan'ı hissetmekte, kalbi bu medeniyetin bir evladı olmanın heyecanı ile çarpmaktadır. Yahya Kemal'i anlamak dedik. Yahya Kemal'i anlamak nedir peki? Bugün baktığımızda tarihimize ve medeniyetimize ne kadar Beyatlıca bakmaktayız? Süleymaniye bizim için yalnızca taşları çok eskiden dizilmiş bir yapıdan mı ibaret? Ayasofya bir müze mi yalnızca? Ezan-ı Muhammedî, duyduğumuzda sadece müziğin sesini kıstığımız bir nağme mi? Beyatlı'yı anlamak, Türk-İslam medeniyetinin kaynağından bir yudum su içmek demektir. Şiirleriyle medeniyetimizin sesi olan, ahengi olan, fikri olan büyük üstat Yahya Kemal, İstanbul'a âşık bir münevverdi. Peki, İstanbul'u anlayabiliyor muyuz? Taşı toprağı altın “kanımca Türk ve İslam olan” bu şehri ne kadar anlıyoruz? Yahut o şehir eski İstanbul mu? Son zamanlarda tarihe ve Türk medeniyetine bir ilgi söz konusu… Bu, sevindiricidir elbette. Ancak bu medeniyeti anlamak, yaşamak ve iliklerimize kadar hissedip yeniden eski ihtişamına kavuşturmak için bir amentümüz olmalı. Bunun başlıca yapı taşı da Türk mefkûresini, Türk tarihini, Türk edebiyatını, Türk sanatını anlamak ve içselleştirmektir. Bize tabir-i caizse yutturulmaya çalışılan uyuşturucu hapları yutmadan tarihimize; sanatımızla, mefkûremizle, mimarimizle, irfanımızla yönelmeliyiz. Hamasi söylemlerle, bilinçsiz bir şekilde sadece tarihe değil, basit bir konuya dahi yönelmek bize boş söylem ve sloganlardan başka bir şey kazandırmayacaktır. Yahya Kemal dizeleriyle tarihimize göz atmadan, Süleymaniye'de, Sultanahmet'te, Selimiye'de, Itrî'nin Nevâ Kâr'ında pişip olgunlaşmadan bulunabilecek bir cevher değil bu medeniyet. Çaldıran'da kalkan tozların yaktığı gözlerdedir medeniyet. Türk akıncılarının tekbirlerinde, Nedîm'in dizelerinde, şarkılarındadır medeniyet. Bugün yapılış amacı sanat için olmayan, hiçbir estetik değer taşımayan Eyfel Kulesi’ne bile hayranlıkla bakan Türk genci, yanı başındaki Süleymaniye'ye, Galata'ya, Selimiye'ye neden kör olmaktadır? Beyatlı'yı anlamak bir bakıma gözlerimizin açılması demektir. Gözlerin, kulakların, kalplerin ve fikrin. Türkçe bakmak, Türkçe hissetmek ve Türkçe düşünmek için Türkçenin bu büyük ustasına yalnızca kulaklarımızı değil, aklımızı ve kalbimizi de yöneltmeliyiz.

2 yorum: